Para insan davranışlarını değiştirir mi? Siyasi görüşlerini nasıl etkiler? Son yıllarda bu sorunun yanıtını araştırmak üzere yapılan deneyler, refah sahibi insanların daha bencil, merhamet ve empati yoksunu, vurdumduymaz ve tutucu olduğunu ortaya çıkarttığı gibi, zenginden yoksula para transferi beklentisinin de gerçekçi olmadığını gösteriyor.
Batı kültüründe paranın insanları olumsuz yönde değiştirdiği düşüncesi yaygındır. Çok sayıda Batılı öykü yazarı, para kazanma hırsına kapılan insanların acıma ve adalet duygularını nasıl yitirdiklerini anlatır. Son yıllarda ise büyük kazançlar peşinde koşan bankacıların çevirdikleri dolapları da bugün medyadan okuyoruz. Fakat bu klişeler acaba gerçeği ne kadar yansıtıyor? Gerçekten de zenginler bencilliklerinin ve hırslarının esiri mi? Merhamet ve empati gibi insani duygularını tamamen yitirmiş olabilirler mi? Eğer öyleyse bunun nedeni nedir? Bilim insanları, 19. yüzyılda sosyal bilimlerin doğuşundan bu yana sınıfların insan psikolojisi üzerindeki etkisini irdelediği halde, ancak son yıllarda paranın insanları nasıl değiştirdiği konusunu ele aldı. Bu araştırmalardan elde edilen sonuçlara göre zenginlik klişe tiplemelerden çok farklı bir psikolojik yapı yaratıyor; bu da para ve insan ilişkilerine farklı bir bakış açısı getiriyor. Bu ilişkinin daha iyi anlaşılmasıyla, zengin ve yoksulu ayıran diğer faktörlerin neden olduğu sorunlara daha gerçekçi çözümler üretilebilecek. Hatta, halihazırda dünyamızı etkisi altına alan ekonomik krizin neden olduğu reaksiyonlar daha iyi değerlendirilebilecek.
ZENGİNLİK VE EMPATİ ARASINDAKİ İLİŞKİ
Berkeley’deki Kaliforniya Üniversitesi’nden Dacher Keltner bu son çalışmalarda başı çekiyor. Keltner, Wall Street bankacılarında yaygın olan “kişisel çıkar ve sosyal kopukluk” olgusu ile yoksul mahallelerdeki yardımseverlik ve dayanışma alışkanlığını karşılaştırdığı zaman, zenginlik ve empati arasındaki bağlantının incelenmesi gerektiğine karar verdi. Keltner’e göre insan, çevresindekilerin yardımlarına muhtaç ise, kendisi de çevresindekilerin duygularına daha büyük duyarlılıkla yaklaşıyor. Örneğin evinize giren para, çocuğunuzun eğitimine ve beslenmesine yetmiyor ve siz başkalarının yardımları ile ayakta duruyorsanız, bir takım sosyal beceriler kazanmak zorunda kalırsınız.
Oysa bunun tam tersi, parası olanlar çevresindekilere çok fazla ilgi göstermek zorunda değildir. Bu da işletmenin kasasına sahip olan patronun sempatik olmak için niçin gayret sarf etmediğini açıklar. San Francisco’daki Kaliforniya Üniversitesi’nden Michael Kraus ile birlikte çalışan Keltner, tasarladıkları deneylerle farklı sosyal çevrelerden gelen insanların kurdukları ilişkileri incelediler. Çalışmalarından birinde, yaklaşık 100 gönüllüyü birbiriyle eşleştirdiler. Daha sonra her çiftin birbirleri ile tanışma anlarını filme aldılar. Bu görüntüleri değerlendiren Keltner ve Kraus, yanlı yorumlarda bulunmamak için iki bağımsız gözlemciye daha videoları izletti.
ZENGİNLER SOĞUK VE UZAK…
- Sonuçlar Keltner’in kuramını destekler nitelikteydi. Beklenildiği üzere görece olarak yoksul denekler daha sıcak ve daha cana yakın bir vücut dili sergilerken, zenginler daha mesafeli ve ilgisizdi (Psiychological Science, vol 20, p 99). Deneyi yürütenlere göre iletişim tarzı, deneklerin diğer insanların duygularını tahmin etme yeteneğine bağlı olarak değişiyor. Araştırmacılar, zenginlik ile empati arasında bir bağlantı olup olmadığını anlamak için bir dizi deney daha yaptılar. Hepsinden aynı sonucu aldılar: Statüsü yüksek olanların ve zenginlerin duygusal zekâsı, yoksul ve düşük seviyedekilerden daha zayıftı. Daha da önemlisi Keltner ve Kraus zengin-yoksul arasındaki davranış farklılıklarının, kişinin grup içinde kendi konumunu nasıl algıladığı ile de ilgili olduğunu düşünüyor. Bu amaca yönelik olarak yapılan deneylerden şu sonuçlar alındı: İnsanlar kendilerini diğerlerinden düşük konumdaymış gibi hissettiği zaman, o diğerlerine karşı daha anlayışlı ve duyarlı olabiliyor.
ZENGİNLİĞİN ETKİLEDİĞİ DİĞER DAVRANIŞLAR
Zenginliğin başka hangi davranışları etkilediğini araştıran Keltner ve Kraus, yaptıkları deneylerle özgecilik olarak nitelendirilen başkalarının çıkarlarını korumak için kendi çıkarlarını göz ardı etme olgusuna odaklandılar. Pek çok deneyden alınan sonuçlara göre toplumun alt basamaklarından gelen kişiler daha özverili bir tavır sergilerken, zenginler paylaşım konusunda daha cimriler (Journal of Personality and Social Psychology, vol 99, p 771). Zenginlerin özveriye yanaşmaması beraberinde başka sonuçları daha getiriyor. Bunlardan biri zenginlerin ahlaki konularda yoksullardan daha rahat hareket etmesi. Örneğin Keltner’in son deneylerinden birinde zengin insanların trafikte kuralları daha fazla ihlal ettiği, herhangi bir ödülün söz konusu olduğu yarışlarda, kazanmak için kuraldışı yöntemlere başvurduğu ortaya çıktı (Proceedings of the National Academy of Sciences, vol 109, p 4086).
Bütün bu bulgular bir araya getirildiğinde Keltner’in kuramının doğrulandığı görülüyor. Ancak Kaliforniya’daki San Diego Eyalet Üniversitesi’nden Linda Gallo, aynı sonuçların laboratuvarlarda değil, gerçek yaşam koşulları altında gerçekleştirilen deneylerden alınıncaya kadar kesin bir yargıya varılmaması gerektiğini ileri sürüyor. Bu konuda pek çok deneyin laboratuvar ortamında yapıldığına dikkat çeken Gallo, ayrıca denek olarak öğrencilerin tercih edilmesini de sakıncalı buluyor. Zira öğrenciler popülasyonun tümünü temsil etmez. Ayrıca Batılı, sanayileşmiş ülkelerin eğitimli insanları üzerinde yürütülen deneylerden çıkartılan sonuçlar, tüm insanlık adına geçerli olmayabilir.
PARASI OLANLAR DAHA VURDUMDUYMAZ
Kültürün davranışlar üzerindeki etkilerini araştıran Kaliforniya’daki Stanford Üniversitesi’nden Hazel Rose Markus, sosyal ve mali başarıların insanları çevrelerinde olup bitenlere karşı daha duyarsız kıldığını ortaya çıkartmış. Markus’a göre zenginler paralarını nereye harcayacaklarını düşünmekten, diğer insanların ihtiyaçlarını düşünmeye vakit bulamıyorlar (Social Psychological and Personality Science, vol 2, p 33). Markus, “Profesyonel orta sınıfın yaşam koşulları, insanların kendi ihtiyaçlarına, meraklarına ve tercihlerine odaklanmalarına zemin hazırlıyor.
Bu da insanları daha vurdumduymaz yapıyor” diyor. Markus, psikolojik farklılıkların zengin ve yoksul arasındaki diğer eşitsizliklerin açıklanmasına yardımcı olacağını düşünüyor. Örneğin Londra’da zengin semtlerinden Kensington ve Chelsea’da yaşayanların yaşam süreleri ortalama 88 yıl iken, Tottenham Green gibi daha yoksul bölgelerinde insanlar ortalama olarak 71 yıl yaşıyor. Bu fark doğrudan şöyle açıklanıyor: Parası olanlar daha sağlıklı beslenebiliyor, spora gidiyor ve sağlık kontrollerini düzenli olarak yaptırabiliyor. Dahası, paralılar daha iyi bir eğitim alabildiği için çalışma koşulları daha az yorucu ve tatminkâr olabiliyor. Yoksul insanlar bütün bu açılardan zenginler kadar avantajlı değil. Ve dezavantajlı konumda olduklarının farkında oldukları için büyük stres altındalar. Bu stresin olumsuz yaşam koşullardan doğan rahatsızlıkları arttırdığı yönünde bulgular da mevcut. Örneğin İngiliz kamu çalışanlarının sağlık durumlarını onlarca yıldır izleyen Whitehall çalışması, alt kademeden memurlar ile hastalıklar arasında kesin bir bağlantı olduğunu gösteriyor. Hiyerarşinin alt kademelerinde bulunanların kalp-damar ve solunum sistemi hastalıklarına yakalanma riski daha yüksek olduğu gibi, daha genç yaşta yaşamlarını yitiriyorlar.
UMUTSUZLUĞU VE STRESİ ARTTIRAN FAKTÖRLER
Bu son bulguların ışığı altında zenginlik davranışları ve duygusal yapıyı nasıl etkiliyor olabilir? Önce sosyal ilişkilerin insanların bedensel ve zihinsel sağlıklarını olumlu yönde etkilediği kuramı burada geçerli değil. Dolayısıyla yoksul kesimlerde daha sıcak seyreden sosyal bağların bu stresi azaltması beklenirken ne yazık ki gerçekte böyle olmuyor.
Tam tersi yüksek empatinin insanların sırtındaki yükü arttırıcı bir rol oynadığına inanan Markus, bu konudaki görüşlerini şöyle ifade ediyor: “İnanıyorum ki emekçi kesimde daha yoğun olan empati duygusu, insanları stresten korumak bir yana, streslerini arttırıyor. Çünkü herkes herkesin sorununu kendine dert ediniyor.” Daha yoksul kesimden gelenleri umutsuzluğa, depresyona iten bir diğer faktör de sürekli olarak haksızlığa uğradıkları düşüncesi. Bu da hastalığa yakalanma riskini arttırıyor. Gallo bu konuda şöyle konuşuyor: “Emeği ile para kazanan insanların sık sık hastalanmalarının nedeni bu insanların öz saygılarının düşük olması ve çevrelerindeki olayları kontrol edememenin doğurduğu depresyon, endişe ve umutsuzluk gibi negatif duygulardır.”
ZENGİNLİK VE SİYASİ GÖRÜŞLER
Zenginlik insanların siyasi görüşlerini de etkiliyor. Keltner’in ekibi üniversite öğrencilerine Amerikan toplumunda giderek artan eşitsizliğin nedenlerini sorduğunda, yoksul kesimden gelenler eğitimde fırsat eşitsizliğinin ve siyasi etkilerin en önemli neden olduğunu belirttiler. Oysa daha zengin öğrencilere göre nedenler yetenek azlığı ve yeterince çalışmamaktı (Journal of Personality and social Psychology, vol 97, p 992). Başka bir deyişle yaşamlarını sürdürebilmek için başkalarının yardımına ihtiyaç duyan yoksul insanlar, sosyal faktörlerin kurbanı olduklarına inanırken, sosyal ve mali kaynaklara sahip olanlar yaşamda “ne ekersen onu biçersin” felsefesinin geçerliliğine inanıyordu.
Zenginlerin niçin böyle düşündüğünü anlamak bir bakıma mümkün. Zengin insanlar sahip oldukları parayı hak ettiklerine inanmak isterken, yoksullar parasız kalmalarının sorumlusunun kendileri olmadığını düşünüyorlar. Fakat bu çıkarımlar iş siyasete dayandığı zaman önemli sonuçlara yol açıyor. Refah, kişilik ve siyasi görüşler arasındaki kördüğüm olmuş bağlantıları çözmek çok zor olsa da, zenginliğe ve başarıya eşlik eden empati azlığının daha tutucu, sağ kanada yakın bir siyasi görüşe zemin hazırladığını söylemek olası. Bu görüş, tahmin edileceği gibi zenginlerin çıkarlarını gözetmeye odaklı. Keltner’in çalışmaları ne yazık ki en iyi niyetli politikacının bile özverili davranma eğilimlerinin törpülenmiş olduğunu gösteriyor. Kraus bu konuda şöyle konuşuyor: “Zengin ve eğitimli insanların kontrolündeki bir hükümet, halihazırdaki sosyal düzeni devam ettirmek ister. Bu hükümetin üyelerinin herkesin refahını sağlamak gibi bir gayeleri yoktur; tek istedikleri kendi refahlarını sürdürmek ve hedeflerini tutturmaktır.”
CUMHURİYET BİLİM TEKNİK EKİ